Neydi bizi böyle delicesine bağlayan... Zaman bir çığ gibi geçip giderken, bizi sımsıkı tutup; hayallerimizi, tutkularımızı, heveslerimizi yaşamamıza engel neydi.... Egomuz muydu... arkadaşlarımız mıydı.... ailemiz miydi yoksa her yapamaklarımıza bahane gösterdiğimiz.... kimdik biz? neydik? ne için gelmiştik ?? ne yapacaktık da yapamadık.. Belli ki takıldık kaldık bir yerlerde.. Sorsalar, tüm dünyayı kurtaracaktık hani, hani istesek yapardık...? Ne zaman unuttuk kendimize verdiğimiz bu sözleri.. Ne zaman yarım bıraktık hayallerimizi...
Ey sevgili,tek üzüntüm, beni yanlış tanıdın... Yani ben, yanlış tanıttım kendimi sana... Ben, ben değilim aslında, benim içimde ne volkanlar var, patlamak isteyip de patlayamayan... içimden çıkmak isteyip de çıkamayan bir kız var, yıllar önce prangaladığım, yüreğimde... koşup gitmek istiyor uzaklara... ama yapamaz... çünkü artık özgür bıraksam da o kızı -ki yapamam.. o da gidemez... yok cesareti... O kadar korkak.. çıplak.. ve savunmasız bir zavallı ki...
Sen beni tanımadın yabancı... ben , ben değilim... yüzyıllar geçmiş gibi yaşlı ve hiç kimsesi yokmuşcasına yapayalnız içimdeki kız... artık gidemez hiç bir yere yabancı... rahat yum gözlerini uykuya, dinlen, gözün arkada kalmasın... o kız sana bağımlı, her zaman baktığın yerde duruyor olacak yabancı bunu bil...
kimdi o? ne için gelmişti bu dünyaya, unuttu... bir şeyler yapma çabası, aslında bundan... içinde kalan son umut çırpınışları... boğulacağını bile bile bir insanın son kez nefes almak için son bir gayret çırpınması gibi... sonucu bilsen bile, bir umut... işte o son umut belkide aldıktan sonra son nefesini, güç kazanır çıkarsın kıyıya... ama işte umut, bunu düşündüren, milyonda trilyonda bir ihtimal bile olsa, o niye ben olmayım dedirten... ama o kız biliyor çıkamayacağını... her gün son nefesini alırcasına çırpınıyor girdiği kafesten çıkmak için ama aldığı nefes ciğerlerini yakıyor... orda kalmanın daha yaşanılabilir olduğunu sanıyor zavallı... yürümemiş ki hiç... koşmamış... kısılıp kalmış oracık da... adını seslensen bakamaz, bakmaktan korkar... bitkin.. ağlayacak bile göz yaşı kalmamış, hem ağlasa ne değişecek ki... ağlasa kendini kandırır.. neye ağlıyor yapamadıklarına mı, yapsın o zaman... gidemediği yerlere mi, gitsin! kim tutuyor... sevemediklerine mi, koşsun! sarılsın!öpsün!.. ne engeli var? engeli bulsa, çözecek gücü varmı ? önemli olan bu! o engeli kaldırmak için yeterince istek varmı?
Yok!....
Çünkü, uyuştu artık... ılık suya atılmış kurbağa gibi, yumuşadı.... tüm refleksleri tamamen tükendi... boşluğa bile bakmıyor.... durup düşünmüyor ki boşluğa dalsın.... gözleri açık, olan bitene sadece bakıyor, görmüyor gerçekleri.... bi hastalık gibi vucuduna sarıp sarmalanan uyuşukluktan kaçamıyor... ne yazık... oysa ne ümitleri vardı onunda... ne hayalleri vardı... aslında belki de hiç hayal kurmamıştı... yoktu hayali.. hayali olmayan insan ne yapabilir ki? istediği bir şey yoksa, nasıl harekete geçer... niye böyleydi acaba... nerde kodlanmıştı böyle? hiç bir şey hayal etmemesi gerektiğini kim söylemişti ona... bir cümleyle tüm hayatını siyah beyaz bir görüntüye... hatta sadece siyaha ceviren kimdi? kim olduğunu bulsa ne değişirdiki... değişirmiydi hayatı? yaşamadıklarını yaşamak için zamanı varmıydı? nasır tutmuş kalbi, heveslenirmiydi korkmadan, kıpır kıpır olurmuydu ki? ümidi yoktu aslında... belkide yaşayacaklarına gücü yoktu... bidaha ne yaşayacaktı şimdi silbaştan... herşeyini tüketmişti artık... koku bile almıyordu... ne garip.. koku bile almıyordu.... yaşamın kokusu gelmiyordu burnuna... eskiden gelirdi.... çok eskiden... çocukken ve hayalleri varken... deniz o kadar güzel kokardı ki.. hele yüzüne vuran rüzgar, nasıl ürpertirdi tenini, nasıl alır götürürdü, sıkıntısını dertlerini.. tabi çok derdi varmış gibi.... ohh derdi.... ohhhhh... hayat ne güzell.... artık diyemiyor...
Gözleri gerçek, dudakları yalan söylüyor... gerçekten bakan, içindeki yalnız kadını kolaylıkla görür ama... bakmak istemiyor.. çünkü bakarsa... o da, kendi içindeki esiri göreceğinden korkuyor.....